AMASRA İLÇE MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ


 

ATATÜRK' ÜN 
SÖZLERİ İLE KURTULUŞ
SAVAŞI, CUMHURİYET VE DEVRİMLERİ

 

1919 yılı Mayısının 19.günü Samsun’a çıktım. Genel durum ve görünüş:

Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu topluluk, Genel Savaş (1.Dünya Savaşı)’ta yenilmiş. Osmanlı ordusu her yandan zedelenmiş koşulları ağır bir “Ateşkes Antlaşması” imzalamış, Büyük Savaşın uzun yıllar boyunca, ulus yorgun ve yoksul bir durumda. Ulusu ve yurdu Genel Savaşa sürükleyenler, kendi başlarının kaygısına düşerek, yurttan kaçmışlar. Padişah ve Halife olan Vahdettin soysuzlaşmış, kendini ve yalnız tahtını koruyabileceğini düşlediği alçakça önlemler araştırmakta; Damat Ferit Paşa’nın başkanlığındaki hükümet, güçsüz, onursuz, korkak, yalnız Padişah’ın isteklerine uymuş ve onunla birlikte kendilerini ayakta tutabilecek her hangi bir duruma boyun eğmiş.

Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmakta...

...bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da, ulus egemenliğine dayanan, tam bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak.

3.7.1919’da, Erzurum’a geldiğinde, çevresindekilerle konuşmasından:

...Önder olacakların, her ne olursa olsun tutulan yoldan dönmemeleri, yurtta barınabilecekleri son noktada, son nefeslerini verinceye değin amaç uğrunda özveriyi sürdüreceklerine işin başında karar vermeleri gerekir.

...Durumu ordulara ve ulusa kendim bildirdim. O günden sonra resmi görev ve yetkiden ayrılmış olarak, yalnız ulusun sevgisine , cömertliğine ve yiğitliğine güvenerek ve onun bitmez verimlilik ve yaratıcılık kaynağından esin ve güç alarak vicdanımızın gösterdiği yolda görevimizi sürdürmeye koyulduk.

Sadrazam Damat Ferit Paşan’nın, Paris’ten, İtilaf Devletleri’nce neredeyse aşağılanmış olarak dönüşünden sonra, kendisine 16.8.1919’da yazdığı yazıdan:

Doğrusu şu ki, yurdun ve ulusun yazgısı için içeride ve dışarıda sözü geçer olmak kuşkusuz ulusal istence dayanmaya bağlıdır.

1920 kışında, Bilecik buluşmasından sonra Ankara’ya getirilen İstanbul Hükümeti nazırları Ahmet İzzet ve Salih Paşaları eleştirirken:

..Sırası gelmişken, saygıdeğer ulusuma şunu öğütlerim ki; bağrında yetiştirerek başımızın üstüne dek çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki öz mayayı çok iyi incelemeye dikkat etmekten hiçbir zaman geri kalmasın!

T.B.M.M açıldıktan sonra, 24.4.1920’de, Türk Ulusunun izleyeceği siyasayı açıklarken:

...Bilirsiniz ki yaşam demek, savaş ve çarpışma demektir. Yaşamda başarı, yüzde yüz savaşta başarı kazanmakla elde edilebilir.

...Bizim aydınlık ve uygulanabilir gördüğümüz siyasal yöntem, "ulusal siyasa" dır.

1920 yazında, Trakya’daki kolordunun başarısızlığı üzerine:

...Komutanlar, askerlik görev ve gereklerini düşünürken ve uygularken kafalarını siyasa düşüncesinin etkisi altında bulundurmaktan sakınmalıdırlar. Siyasal durumun gereklerini düşünen başka görevliler bulunduğunu unutmamalıdırlar.

20.7.1922 günü, T.B.M.M‘de Başkomutanlık Yasası’nın uzatılması görüşmelerinde; ülkenin kurtarılacak bölgelerini sayarken:

Başkomutanlık görevi, olsa olsa Ulusal Andımızın özüne uygun kesin sonuca ulaşacağımız güne değin sürer. Mutlu sonuca güvenle ulaşacağımıza kuşku yoktur.

İkinci İnönü Savaşı’ nın kazanılması üzerine, Batı Cephesi Komutanı İsmet (İnönü) Paşa’ya yazısı:

Adınızı tarihin övünç yazıtları arasına geçiren ve bütün ulusta size karşı sonsuz bir saygı ve bağlılık duygusu uyandıran büyük savaşınızı ve utkunuzu kutlarken, üstünde durduğunuz tepenin size binlerce düşman ölüleriyle dolu bir şeref alanı gösterdiği kadar, ulusumuz ve kendiniz için yükseliş pırıltıları ile dolu bir geleceğin çevrenin de gözler önüne sergilediğini söylemek isterim.

Sakarya Savaşı’nda (Ağustos-Eylül 1921) koyduğu kural:

Savunma çizgisi yoktur, savunma alanı vardır. O alan bütün yurttur. Yurdun her karış toprağı, yurttaşın kanı ile ıslanmadıkça düşmana bırakılamaz.

9.6.1921 günü Ankara’ya gelen, Fransız Diplomatı Franklin-Bouillon’na tam bağımsızlık anlayışı konusunda söyledikleri:

Tam bağımsızlık, bizim bugün üzerimize aldığımız görevin özüdür. Bu görev, bütün ulusa ve tarihe karşı yüklenilmiştir.

1.10.1922 günü saltanat kaldırılmıştır. Saltanatın halifelikten ayrılması konusunda Mecliste üç yarkul (komisyon) bir araya gelerek konuyu görüşmeye başlamış, ancak din adamı milletvekilleri bir türlü çözüm yolu bulamamışlar, bunun üzerine M.Kemal, bir ısrarın üzerine çıkarak şunları söylemiştir:

...Egemenliği hiç kimse, hiç kimseye bilim gereğidir diye, görüşmeyle tartışmayla veremez. Egemenlik, güçle, erkle ve zorla alınır.

31.8.1924 günü, Dumlupınar’da Başkomutan Savaşı’nın ikinci yıl dönümünde yaptığı konuşmada, savaşın son anlarını anlatırken:

Güneş batıya yaklaştıkça, ateşli bir gün, kanlı ve ölümlü bir kıyametin kopmak üzere olduğu bütün ruhlarda seziliyordu. Bir an sonra evrende büyük bir çöküş olacaktı. Ve beklediğimiz kurtuluş güneşinin doğabilmesi için bu çöküş gerekliydi. Karanlıklar içerisinde bu çöküş olmalıydı. Gerçekten göklerin karardığı bir dakikada Türk süngüleri düşman dolu sırtlara saldırdılar. Artık karşımda bir ordu, bir güç kalmamıştı.

1.3.1922 günü T.B.M.M’nin üçüncü yılını açarken:

...Dış siyasamızda başka bir devletin haklarına saldırmak yoktur. Ancak hakkımızı, yaşamımızı, ülkemizi, namusumuzu savunuyoruz ve savunacağız.

İnsanlığın bugünkü uygarlığının uluslar arası ilişkilerde ortaya attığı ve en yüce ak soylu dileklerin ve düşüncelerin bir özü demek olan “her ulusun kendi alın yazısına kendisinin egemen olması” hakkını biz yeryüzünde yaşayan ulusların tümü için tanıyoruz; bizim de bu hakkımızın bağsız, koşulsuz tanınmasını istiyoruz.

25.12.1922 günü , Le Journal muhabiri Paul Herriot’ ya demecinden:

...Türkler kapitülasyonların sürdürülmesinin kendilerini pek az bir zamanda ölüme götüreceğini anlamışlardır. Türkiye, tutsak olarak yok olmaktansa, son soluğuna değin savaşımda ve savaşta bulunmaya kesin kararlıdır.

7.2.1923 günü Balıkesir’ de Paşa Camisi’nde halkla konuşmasından:

...Camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler söz dinlemek ve ibadet ile birlikte din ve dünya işleri için neler yapılmak gerektiğini düşünmek, demek ki danışmak için yapılmıştır. Ulus işleri için her bireyin anlama gücü başlı başına çalışmalıdır. İşte biz burada din ve dünya için, geleceğimiz ve bağımsızlığımız için, özellikle egemenliğimiz için neler düşündüğümüzü ortaya koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepimizin düşündüklerini anlamak istiyorum. Ulusal istekler, ulusal buyruk yalnız bir kişinin düşüncesinden değil, bütün ulus bireylerini, dileklerinin elde edilen sonucudur.

5.2.1924 günü, İzmir’de, savaş oyunlarını izlemeyen gelen gazetecilere demecinden:

Sultanların boğdukları sanılan ulus ruhu, saltanat tahtı ve tacı parçalanarak canlandırıldı. Ulusun uyanışına, ulusun ilerleme ve gelişmesine, yeteneğine güvenerek, ulusun kararından hiçbir zaman kuşkulanmayarak Cumhuriyetin bütün gereklerini yapacağız.

18.10.1925 günü, Konya’da Muallimler Birliği’nde konuşmasından:

...her türlü başarı gizinin, her çeşit gücün, erkin gerçek kaynağının, ulusun kendisi olduğuna inancımız tamdır.

Kazım Karabekir Paşa’nın 8.10.1919’da yazdığı bir tele yanıtından:

Her şeyden önce, yurtta, ulusun varlığını ve buyruğunu göstermek ve bunu sarsılamaz biçimde Millet Meclisi’nde temsil etmek gereklidir.

13.8.1920 günü, T.B.M.M’nin ikinci dönemini açarken:

Türkiye Tarihi'nde her zaman yüksek yerini koruyacak ve gelecek kuşakların beğenilerini kazanacak olan ilk Meclisimiz ulusun kendi alın yazısına kendisinin el koyduğunu duyurdu. Ulusal egemenlik temellerini eylemlerinin ilkesi kabul etti ve güçlü bir halk hükümetinin temelini attı.

Devrim;

Türk Ulusunun son yıllarda geri bırakılmış olan kurumları yıkarak yerlerine, ulusun en yüksek gereklerine göre ilerlemesini sağlayacak yeni kurumları koymuş olmaktır. (1933)

Devrim ulusu ve toplumsal çevreyi hazırlayarak yapılır.

Devrimi tamamlamak gerekir.

Ülkenin ve devrimin içeriden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korunması için, bütün ulusçu ve cumhuriyetçi güçlerin bir yerde toplanması gereklidir.

31.10.1924 günü, Vakit Gazetesi Muhabirine demecinden:

Türk Ulusunun doğasına en uygun yönetim cumhuriyet yönetimidir. Bin yıllık yaşam bu gerçeği bütün açıklığı ile kanıtlamıştır. Türk Ulusu egemenliği en yaygın biçimde belirtilen yeni yönetime kavuşuncaya değin hep eldeki siyasi kurumlara yabancı kalmıştır. Bunu söylemekte ne denli haklı olduğumu anlamamış kimse yoktur sanırım. Çünkü geçmişin kurumları başından sonuna değin ulusun başında yumruk tutan bir sürü zorbalar kadrosundan başka bir şey değildir.

29/30.9.1919 günü, Birinci Tümen Komutanı Asım Bey’e yazısında:

Hakkını zorla elinden aldıran ve onurunu, varlığını aşağılatanlara hak ve onur verebilecek hiçbir gönlü yüce düşman yoktur.

30.8.1928 günü, Büyük Utku’nun yıldönümünde basın temsilcilerine:

30 Ağustos’ta yönettiğim savaş Türk Ulusunun yanımda bulunduğu halde yönettiğim ilk ve son savaştır. Bir insan kendini, ulusla birlikte duyduğu zaman, ne denli güçlü bulunuyor, bilir misiniz? Bunu anlatmak güçtür.

11.12.1935 günü, S.B.O’nun (SBF)’nin kuruluş yıldönümünde gönderdiği yazıdan:

Her Türk Bireyinin son soluğu, Türk Ulusunun soluğunun sönmeyeceğine, onun sonrasız olduğunu göstermelidir. Yüksel Türk, senin için yüksekliğin sınırı yoktur. İşte savsöz budur.

24/25.10.1919 günü, Amasya panayırında halkın alkışları karşısında:

Bak kardeşim, böyle ulustan nasıl ayrılırsın! Bu yoksul görünüm içerisinde darma danık gördüğün insanlar yok mu? Onlarda öyle yürek öyle töz vardır ki, olmaz öyle şey! Çanakkale’yi kurtaran bunlardır. Kafkasya’da, Galiçya’da şurada burada aslan gibi çarpışan, yoksunluğa aldırmayan bunlardır. Şimdi bu adamcağızların düzeyini toplumsal açıdan yükseltme herhangi bir hükümetçilik, koltuk tutkusundan daha iyi değil midir? Bu insancı savaşımların yanında siyasal savaşımlar bayağı kalırlar, değil mi?

20.3.1923 günü, Konya Türk Ocağı’nda gençlerle konuşmasından:

Bizim halkımız çok temiz yürekli, çok soyu ruhlu, ilerlemeye çok yetenekli bir halktır. Bu halkı bir kez karşısındakilerin özbenlikle kendilerine hizmet ettiklerine inanırsa her türlü eylemi hemen benimser. Bunun için gençlerin herşeyden önce ulusa güven vermeleri gerekir.

16.3.1923 günü, Konya Hükümet binasında esnaf ve tüccarlarla konuşmasından:

Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla ilgisi olmadığını bildiriyor. Kimi kimseler çağdaş olmayı kafir olmak sanıyorlar. Asıl dinsizlik onların sanısıdır. Bu yanlış yorumu yapanların amacı, İslamların kafirlere tutsak olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, beyinledir.

31.10.1924 günü, Vakit Gazetesi muhabirine demecinden:

...artık Türkiye, din ve şeriat oyunlarına sahne olmaktan çok yüksektir. Buna heveslenen oyuncular varsa, kendilerine başka sahne arasınlar.

22.10.1922 günü, Büyük Utku’yu kutlamak üzere İstanbul’dan Bursa’ya gelen öğretmenlere:

Gözlerimizi kapayıp soyutlanmış yaşadığımızı varsayamayız. Ülkemizi bir çember içine alıp evren ile ilgisiz yaşayamayız. Tersine, ileri, uygar bir ulus olarak uygarlık alanının üzerinde yaşayacağız. Bu yaşam ancak bilim ve teknik ile olur.

21.3.1923 günü, Konya Kızılay Şubesinde kadınlarla konuşmasından:

Daha esenlikle, daha doğru yürüyeceğimiz yol vardır. Büyük Türk Kadınını, çalışmamızda ortak kılmak; yaşamımızı onunla birlikte yürütmek, Türk Kadınını bilimsel, aktörsel, toplumsal iktisadi yaşamda erkeğin ortağı, yardımcısı ve destekçisi yapmak yoludur.

4.2.1935 günü, seçim dolayısıyla ulusa bildirgesinden:

Yüksek ve devrimci bir kültür düzeyine varmak için, önümüzdeki yıllarda daha çok emek vereceğiz. Pozitif bilimlerin temellerine dayanan, güzel sanatları seven, düşün eğitiminde olduğu denli beden eğitiminde yeteneği artmış ve yükselmiş olan erdemli, güçlü bir kuşak yetiştirmek ana siyasamızın açık dileğidir.

Sadri Maksuda (Arsal)’nin 1930’da basılmış kitabı için yazdığı:

Ulusal duygu ile dil arasındaki bağ çok güçlüdür. Dilin ulusal ve zengin olması ulusal duygunun gelişmesinde başlıca etkendir. Türk Dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki dil, bilinçle işlesin.

Ağustos 1931 Türk Tarih Kurumu’na mektubundan:

Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir. Yazan yapana bağlı kalmazsa, değişmeyen gerçek insanlığı şaşırtacak bir nitelik alır.

14.10.1923 günü, İzmir Kız Muhalim Mektebi’nde öğrencilere sorulan sorular üzerine:

Yaşamda müzik gerekli midir? Yaşamda müzik gerekli değildir; çünkü yaşam müziktir. Müzikle ilgisi olmayan yaratıklar insan değildirler.

11.4.1930 günü, Türk Ocağı tiyatrosunun açılışı nedeniyle sanatçılarla bulunduğunda:

Efendiler; hepiniz milletvekili olabilirsiniz; Bakan olabilirsiniz; dahası cumhurbaşkanı olabilirsiniz. Ama sanatçı olamazsınız. Yaşamlarını büyük bir sanata adayan bu çocukları sevelim.

13.1.1923 günü, İzmit’te İstanbul gazetecilerine; toplanacak İzmir İktisat Kongresini haber verirken:

...yeni Türkiye Devleti temellerini süngü ile değil, süngünün de dayandığı iktisat ile kuracaktır. Yeni Türkiye Devleti dünyayı alan bir devlet olmayacaktır. Ama, yeni Türkiye Devleti bir iktisat devleti olacaktır.

1.3.1920 günü, T.B.M.M üçüncü toplantı yılını açış konuşmasında:

...Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür.

1.1.1930 günü, T.B.M.M’nin üçüncü dönem dördüncü Toplantı yılını açarken:

Adliyemizin güvendiğimiz yüksek gücüyledir ki, Cumhuriyet, yazgısı olgunlaşmayı izleyebilecek ve türlü biçim ve kılıktaki saldırılara karşı yurttaşın haklarını ve ülkenin düzenini dokunulmaz kılacaktır.

20.4.1931 günü, seçim nedeniyle ulusa bildirgeden:

Cumhuriyet Halk Partisi’nin yerleşmiş siyasasını şu kısa tümce anlatmaya yeter sanırım:

Yurtta barış, dünyada barış için çalışıyoruz.

27.12.1919 günü, İstanbul’dan gelen öğretmenlere Bursa’da yaptığı konuşmasında:

...Eğitim işlerinde kesinlikle utku kazanmış olmak gereklidir. Bu ulusun gerçek kurtuluşu ancak bu yolda olur.

25.7.1934 günü, Muhallimler Birliği Üyeleri’ne yaptığı konuşmasından:

Öğretmenler, yeni kuşağı Cumhuriyetin öz verili öğretmen ve eğiticileri, sizler yetiştireceksiniz. Yeni kuşak sizin yapıtınız olacaktır. Yapıtın değeri, sizin ustalığınız ve özverinizin derecesi ile orantılı olacaktır.

24.5.1918 günü, Ruşen Eşref (Ünaydın)’e verdiği fotoğrafa yazdığı yazıda:

Her şeye karşı kesinlikle bir ışığa doğru koşmaktayız. Bende bu inancı yaşatan güç, yalnız, sevgin ülke ve ulusuma beslediğim sonsuz sevgim değil; bugünün karanlıkları; ahlaksızlıkları, şarlatanlıkları içinde salt yurt ve gerçek sevgisi ile ışık serpmeye ve aramaya çalışan bir gençlik gördüğümdendir.

30.8.1924 günü, Dumlupınar’da Başkomutan Savaşı’nın ikinci yıl dönümü dolayısıyla yaptığı konuşmayı bitirirken:

Ey yükselen yeni kuşak! Gelecek sizindir, Cumhuriyeti biz kurduk; onu yüceltecek ve yaşatacak sizsiniz.

19.6.1926 günü, kendisine İzmir’de düzenlenen öldürme girişimi dolayısıyla Anadolu Ajansı’na demecinden:

...benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır. Ancak, Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır